Şubat ayı içerisinde 5 günlüğüne Kars’a gittik. Son dönemde oldukça popüler olan ve medyada sık sık haberi yapılan Doğu Ekspresi’ni bir de biz deneyelim istedik. Fakat bu popülerlik yüzünden Doğu Ekspresi’ne bilet bulmak oldukça zor. Bu yüzden biz de tur araştırmaya başladık. Tur firmalarının bir kısmı biletleri pakete dahil ederken bir kısmı da biletleri sizin almanızı bekliyor. Biz de Çiğdemim Derneği‘nin düzenlediği organizasyona dahil olmaya karar verdik. Derneğin anlaştığı tur firması gidişi uçakla, dönüşü ise Doğu Ekspresi ile ayarlamıştı. İlk başta bu fikir bana çok sempatik görünmese de tur sonunda bunun çok doğru bir karar olduğuna karar verdim. Çünkü her ne kadar yataklı trenle yolculuk yapsanız da 24 saatlik yolculuk yorucu oluyor. Bu yorgunlukla tura devam etmek yerine tur sonunda bu heyecanı yaşamak ve sonrasında dinlenmek için zamanınızın kalması daha az yıpratıcı oluyor.
Doğu Ekspresi ile yaptığımız 24 saatlik dönüş yolculuğu ile beraber 6 gün süren yolculukta aldığım notları paylaşıyorum. Bundan sonra da diğer gezilerdeki notlarımı meraklıları ile paylaşmaya devam edeceğim. Bu notlar profesyonel bir rehber anlatımı ile olmayacak elbette. Gezerek dinlenen, aynı anda not almaya çalışan, sonrasında araştırma yapan iki beyaz yakalının notları olacak. O yüzden beklentiyi yüksek tutmamakta fayda var 🙂
Keyifle okumanızı dilerim.
21 Şubat 2018 (1.Gün)
Uçakla Kars Harakini Havaalanına indik. Uçumuz 1.5 saatlik rötar yüzünden saat 12’ye doğru indik Kars’a. Havalimanının adı 2015 yılında değişmiş. Mevlana, Yesevi ve Nakşibendi’nin manevi hocası ve Mevlana’dan 200 yıl önce yaşamış olan Hasan-ı Harakani’nin Kars’ta türbesi de bulunuyormuş. Ebu-l Hasan El Harakani, Selçukluların Anadolu’ya girişini kolaylaştırmak için yola koyulmuş ve 1033 yılında Kars’ta bulunan Yahniler dağında savaşırken hayatını kaybetmiş. Kars’ın adı Türkiye’deki iller içerisinde ismi en eski olan il. 2000-2200 yıllık bir geçmişi olduğu söyleniyor. Bir çok anlamı var: Farsça’da postu kalın tilki anlamına gelen “Karsak”, Gazi Kars, Serhat Kars, ilin önceki isimlerinden. Türklerin Anadolu’da ilk fethettiği yer olarak biliniyor. Türkiye’de şehirler içerisinde şehir planı çizilen ilk il (ızgara şehir planı). Yollar hem araçlar hem de yayalar için oldukça geniş. Mekanlar dip dibe ve sıkışık değil, oldukça ferah planlanmış. Elbette daha sonrasında bu planlar önemli oranda deforme edilmiş fakat eski yapılarda bu ferahlığı gözlemlemek mümkün. Bu plan Rusların 40 yıllık hakimiyeti sırasında hazırlanmış. Oldukça soğuk bir il. Kış aylarında -20, -30’lara varan sıcaklıklar ölçülmüş bu yıla kadar. Fakat bu yıl ülke genelindeki iklim değişikliğinin etkisi Kars’ta da hissediliyor. Biz Kars’a vardığımızda Şubat ortası olmasına rağmen sıcaklık yaklaşık 4 derece idi. Yılın 150-200 günü güneş alıyor. Rakımın da yüksek olmasıyla, yaz ayları oldukça sıcak geçiyor. Fakat buna rağmen konakladığımız ilk gece oldukça soğuk bir hava vardı. Kentin geçim kaynakları tarım ve hayvancılığa dayanıyor. Hayvancılık %50, tarım %30 ile mevcut geçim kaynakları içerisinde oldukça büyük bir hacim kaplıyor. Kars 27-28 farklı medeniyete ev sahipliği yapmış. Büyük Ermeni Krallığı bu topraklarda yıllarca hüküm sürüyor. Ardından Hz. Ömer’in Anadolu’ya gelmesiyle beraber Araplar ve Ermeniler beraber yaşamaya başlıyor. O dönemki anlaşmaya göre Araplar Ermeniler’in güvenliğini sağlıyor, Ermeniler bunun karşılığında Araplara vergi veriyor. 16. yüzyılda Kars Osmanlıların önemli bir askeri üssü haline gelir. Öncesindeki dönemde Perslilerin hüküm sürdüğü dönemde bu bölgede çok fazla sayıda Şii’nin yaşadığı biliniyor. Yavuz Sultan Selim’in Safaviler’e göç eden binlerce Aleviyi katlettiği biliniyor. Ocak 1919’da Kars’ta Cenubi Garbi (Güneybatı) Kafkasya Cumhuriyeti kuruluyor. Bu cumhuriyetin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, 12 bakanı, 129 milletvekili varmış. Türkler, Kürtler, Osetya Türkleri, Ahıska Türkleri’nin beraber yaşadığı bu cumhuriyet Mondros mütarekesine kadar devam ediyor. Ardından İngilizler bu cumhuriyeti feshediyor.
Havalimanından ayrıldıktan sonraki ilk durağımız Ani Harabeleri. Surlarla çevrili olan kent, Diyarbakır surlarından sonraki en uzun surlara sahip. 1610 yılındaki büyük deprem ve sonraki yıllarda yeterli özeni göremeyen bir Ortaçağ kenti. Buna rağmen kentin kuruluşu oldukça eski dönemlere denk geliyor. Asurlular, Persler, Ermeniler, Bizanslılar, Urartular, Osmanlılar ve Türkler bu kentte yaşamışlar. Kentin içindeki kuleler önceki yıllarda tarım arazilerini kontrol etmek için, Urartular zamanında ise savaşlarda gözetleme kulesi olarak kullanılmış. 1921-2001 arasında Ani harabeleri askeri bölge imiş. Kentin içinde birçok ibadet alanı var. Bu coğrafyada hakim olan halkların dinine göre kimi zaman kiliseler cami yapılmış. Özellikle büyük katedralin temelleri Bagratlı Kralı II. Sembat tarafından M.S. 990 yılında atılmış ancak Kral Sembat öldükten sonra kiliseyi eşi kraliçe Katranide tarafından 1001 yılında bitirilmiştir. Kilisenin mimarı aynı yüzyılda İstanbul Ayasofya Kilisesinin tamiratını yapan Tiridat ustadır. Katedral 1064 yılında Sultan Alparslan’ın Ani’yı feth etmesinden sonra camiye çevrilmiş ve ilk fetih namazı kılınmıştır. Bu sebeple büyük katedrale Fethiye Cami’de denilmektedir. Yine kent içinde önce zerdüşt tapınağı, daha sonra pagan tapınağı da var. Şu anda Ani harabeleri ile Ermenistan arasında Arpa Çayı var. Çayın üzerinde şu an yıkık durumda olan, tarihi ipek yolu üzerinde bulunan Marco Polo Paşa köprüsü şu an yıkılmış durumda. İki ülke, iki halk arasındaki bu “sınır”ın halklar arasındaki yabancılaşmayı ne kadar derinleştirdiğini unutmamak gerekiyor.
Harabelerin tam karşısında, Ermenistan sınırları içerisinde birçok taş ocağı görünüyor. Teras şeklindeki bu ocaklar sınırların hemen ötesinde ve oldukça dikkat çekici. Biz de bu durumu rehberimize sorduk: Ermeni Apostolik Kilisesi Hristiyanlığın diğer mezhepleri tarafından monofizit bir kilise olarak tanımlanır. Monofizit görüş İsa’nın hem insani hem de tanrısal olmak üzere iki değişik tabiatı bulunduğunu savunan görüştür. 451 yılında toplanan Kadıköy (Khalkedon) Konsili bu görüşü reddetti. Ermeni Apostolik Kilisesi Khalkedon kararlarını tanımayarak Ortodoksluktan ayrılan kiliselerden biridir. Ancak Ermeni Apostolik Kilisesinin kendisi monofizit tanımlamasını reddetmektedir. Anlaşmazlığın İsa’nın insani ve tanrısal tabiatlarının birliği konusunda değil, Kalkedon Konsili’nin verdiği kararın anlatım biçiminden kaynaklandığı görüşündedir. 301 yılındaki bu ayrışma sonrasında, Ermeni Apostolik Kilisesi’nin kuruluşunun 1700. yılında Ermenistan büyük bir kilise yapmak ister. Kiliseyi Ani Harabeleri bölgelerindeki taşlardan yapmak ister ve 1997 yılında Türkiye ile diplomatik ilişkilere geçilir. Türkiye tarafı bu konuda olumlu yanıt vermediği için Ermenistan da Ani Harabelerine çok yakın yerde taş ocakları açar ve oradan çıkardıkları taşlarla Erivan’da büyük bir kilise inşa eder. Kilise 2001 yılında açılır.
Kars’ta sayıları günden güne azalsa da hala yaşamakta olan halk: Molokonlar
Molokonlar, Rus Ortodokslarından kopan, kendilerini “Ruhani Hristiyanlar” olarak tanımlayan topluluk. Kilise gibi ibadet sembolleri olmayan, tanrı ile kul arasına kimse giremez diyerek ruhban sınıfına karşı çıkan, doğruluk, dürüstlük, kardeşlik, yardımseverlik, çalmamak, yıkmamak, kıskanmamak, düşkün ve fakire yardım etmek, mala ve mülke değer vermemek gibi ilkeleri benimsemiş, savaş karşıtı bir topluluk. Ruslar gibi süt içmeme prensibine uymadığı için “Süt sever” yani “Molok an” ismini almışlar. Kars’ta bölge halkına peynircilik, değirmencilik, bahçe ziraati öğretip halkı arıcılık, hayvancılık ve tarımda modern teknikler ile tanıştırmışlar. Tarık Akan’ın ve Şerif Sezen’in başrollerini oynadığı “Deli Deli Olma” filmi de bir Molokan olan Mişka’nın hayatından bir kesiti aktarıyor. Bu bilgi ile filmi yeniden izlemekte fayda var.
22 Şubat 2018 (2.Gün)
Güne Kanlı Tabya Müzesi’ni ziyaret ile başladık. Kars’ta toplam 46 tane tabya varmış. Bunun nedeni de Kırım Savaşlarıymış. Tabya, küçük askeri birlik anlamına geliyor. Dahil olduğumuz tur bu müzeyi programa yeni eklemiş. Müzecilik tekniği açısından Türkiye’deki benzerlerine çok da benzemeyen, oldukça etkileyici bir müze. Profesyonel olarak müzecilikten anlamam belki ama insanın aklına kalıcı olmasını temel kıstas olarak belirlerim. Bu müze de yaşandığı tarihsel gerçekliği oldukça etkileyici bir biçimde anlatıyor ziyaretçilerine. Tarihçesi de ilginç. 1828 yılında 2. Rus Savaşı sırasında bir gece baskınında 600 asker öldürülüyor. Oldukça ani bir saldırı olduğu için askerlerin kendilerini savunmalarına bile şansı olmuyor. Rehberimizin anlattığına göre bu baskında tabyanın tüm duvarları kan lekeleri ile doluymuş. Bir süre atıl kaldıktan sonra 2015 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı restorasyon çalışmalarına başlıyor ve çok yakın bir tarihte ziyarete açılmış. Tabyanın tarihçesi 1700’lere dayanıyor.
Müzenin bahçesinde 1921 Kars Antlaşması için Kars’a gelen Rus generallerinin Kazım Karabekir Paşa’ya hediye ettiği Beyaz Vagon da sergileniyor. Kazım Karabekir bu vagonu sadece Kars-Erzurum arasında kullanabilmiş. Çünkü bu hat dışındaki tüm yollar uluslararası standartlara göre demiryolu hattı varken Ruslar bu standartların dışında kendi standartlarını uygulamışlar. Kars-Erzurum arasını Ruslar inşa ettikleri için ray genişliği diğer raylardan farklıymış.
Vagonun içi de ziyarete açılmış. Orijinal eşyalar olduğu gibi muhafaza edilmiş. Birçok da fotoğraf görülebilir. Müzeye giriş ücretsiz, en azından bizim ziyaret ettiğimiz dönemde öyleydi.
Ardından Kars Müzesi’ni ziyaret ettik. Müzenin içinde neolitik ve paleotik çağdan kalma, kazılardan bulunan aletler ve eşyalar var. M.Ö. 5000 yılından itibaren Kars’ta yaşamın olduğu bu eşyalarla kanıtlanıyor. Bahçede ise Gürcü ve Ermenilerden kalma mezar taşları var.
Daha sonra şehir merkezindeki 12 Havariler Kilisesine geçtik. 1064 yılına kadar kilise olarak kullanılıyor. Alpaslan buraları aldıktan sonra camiye çeviriyor. Kümbete benzediği için de Kümbet Camii adını veriyor. Ardından Ermeniler geliyor ve burayı Gregoryan Kilisesine çeviriyor. Daha sonra Ruslar geliyor ve Ortodoks oldukları için kendi mezheplerine uygun hale getirmek için Gregoryan Kilisesinin yanına çan kulesi insaş ediyorlar. Bu çan kulesi zaman içerisinde yıkılıyor. Ve en sonunda cami olarak yeniden kullanıma açılıyor. Kilise yonca yaprağı şeklinde. Yapının üst kısmında havariler ve farklı haç figürleri var. Oldukça farklı bir mimarisi olması sebebiyle görülmeye değer bir yapı.
Caminin olduğu yerleşkenin hemen karşısında son dönemde “ucube heykel” tartışması ile gündeme gelen, Mehmet Aksoy tarafından yapılan ve kısa bir süre önce yıkılan İnsanlık Anıtı’nın yıkıntıları var.
Bu yıkıntılara bakarak Kars kalesine doğru tırmanıyoruz. Oldukça dik bir yokuş ve yürümükten zorlandığımız bir parkur. Neyseki yoğun kar yağışı olmadığı için açık bir yoldan tırmanıyoruz kaleye. Kent “Gazi Kars” adını aldığı zaman Abdülhamit tarafından hediye edilen bir top var. Bunun dışında oldukça bakımsız ve karın erimesinden ötürü çamurlaşmış avlu ile karşılaşıyoruz. Kalenin güzel olan tek yanı Kars’a yukarıdan bakma imkanı var. Bu sayede Rusların Kars için hazırladığı ve uyguladığı şehir planını daha net görebiliyoruz.
Vakit öğleye geldiği için karnımız acıkıyor ve nihayet meşhur kaz eti ile buluşma zamanı. Öncesinde memleketim Erzincan yöresinde de yetişen evelik otu ile yapılmış evelik çorbası içiyoruz. İlk defa denediğim bu çorbayı tadmanızı kesinlikle öneririm. Kaz etini de Kars’ta yemenizi kesinlikle öneririm. Bulgur pilavı ile servis edilen kaz etinin tadı Ankara’da yediklerimizden oldukça farklı. Ve son olarak tatlı geliyor ve şimdiye kadar bilmememnden kaynaklı yemediğim için çok pişman olduğum umaç helvasını yiyoruz. Uzun zamandır bu kadar farklı bir tatlı yemememiştim. Beklentiyi çok yükseltmek istemem fakat Kars’a giderseniz mutlaka tadına bakmanızı önerdiğim bir tatlı olarak not düşebilirim.
Yemek sonrası Yeniçeri vadisi olarak adlandırılan bölgeyi otobüsle geziyoruz. İnsana “Bu topraklarda ne kadar çok katliam olmuş, ne kadar çok acı yaşanmış” dedirten bu bölge, Yençeri Ocağı’nın kapanması sonrası bölgedeki tüm yeniçeriler “kılıçtan geçirilmiş”. Vadiden akan derenin günlerce kan aktığı söylenirmiş.
Vadinin bir yamacında Ruslar döneminde açılan ama şu anda yıkıntı halinde duran bir konserve fabrikasını uzaktan görmek mümkün.
Kars’ın bir çok edebiyatçı ve yazara ev sahipliği yapmış. Çar’dan uzakta olmak için Puşkin 1829’ta Kars’a gelmiş ve bir süre burada ikamet etmiş. Ardında da Erzurum, Erzincan istikametine doğru devam ediyor ve bu yolculuklarını kitaplaştırıyor. Çünkü Puşkin Kars’a geldikten kısa bir süre sonra Ruslar Kars’ı alıyor ve Ruslardan uzak kalmak isteyen Puşkin yine Çar rejimiyle karşılaşıyor.
Günün kalan kısmında şu an otel olarak kullanılan, Cheltikov ailesi tarafından yaptırılan bir mekana gidiyoruz. 1877-1896 Rus Cheltikov Ailesi Kars’a yerleşerek binayı kendilerine konak olarak yapmış. Daha sonra Rus hükümetine devredilen bina uzun süre Opera Binası olarak kullanılmış. Rus’lar Kars’ı terk ettikten sonra bina sırasıyla sübyen mektebi, askeri ecza deposu, opera, hastane, doğumevi, en son olarak ta hekim evi olarak hizmet vermiş. Daha sonra bölgenin bir iş insanı mülkü 49 yıllığına kiralayarak restore etmiş ve otel olarak kullanıma açmış. Bina özellikle saçaklarıyla dikkat çekiyor. Yılın büyük bir kısmı soğuk olan Kars’ta çatılarda biriken sarkıtlar yoldan geçenlerin hayatını tehlikeye soktuğu için dönemin mimarları böyle bir çözüm bulmuşlar.
23 Şubat 2018 (3.Gün)
Güne 2159 rakımlı Mozeret Geçidi’nden geçerek donmuş Aktaş Gölü’nü Şeytan Kalesini uzaktan görerek başlıyoruz. Kaleyi uzaktan gördük çünkü sarp kayalıklar üzerine, vadinin tam ortasına inşa edilmiş. Bu Ortaçağ kalesinin yapım tarihi tam olarak bilinemiyormuş. Fakat mimarisi göz önününe alındığında Urartular zamanında yapıldığı tahmin ediliyormuş. Tarihi kaynaklarda Çıldıran Kalesi, Kal’a-ı Şeytan, Kaçış, İblis Hisarı olarak da geçiyormuş. Kalenin adı eski Türkçe’de şeytan anlamına gelen Alviz/Albız kelimesinden geliyormuş. Kaleye bu adı verenlerin ise kendi yurtlarını terk ederek buraya yerleşen Albız Kalesi halkı olduğu söylenmekteymiş.
Öğleden önce Kars gezilerinin vazgeçilmezi olan, kışın donduğu için üzerinde kızakla, yürüyerek dolaşma şansı bulabildiğiniz Çıldır Gölü’ne geçtik. İlk gün notlarında da bahsettiğim gibi bu yıl sıcaklık mevsim normallerinin üzerinde olduğu için gölün kıyı kesimlerinde erimeler gördük. Gölün bazı kesimlerinde alttan gelen sesler ise oldukça ürkütücü idi. Güneş kendini gösterdikçe, sıcaklık yükseldikçe sesler daha da sıklaşmaya başladı. Fakat buna rağmen yine de bir gölün üzerinde atlı kızakla gezmek, yürüyüş yapmak, tertemiz ve taze havayı ciğerlerinize doldurmak gibisi yok.
Öğle yemeğini gölün kenarında bir restorantta aldık. Çorba, balık ve helvadan oluşan menü kişi başı 50 TL idi. Gölden tutulan sarı Çıldır balığı mısır ununa bulanıp yağda kızartılarak servis ediliyor. Tatlı su balığı olmasına rağmen tadı fena değildi. Fakat çok muhteşem bir iz bıraktığını söylemek zor. Helva olarak ise endüstriyel helvalardan bir markanın servis edilmesi ise bir gün önce yediğimiz umaç helvasını özlemle anımsattı.
Çıldır Gölü’nden sonra son zamanlarda sosyal medyada da meşhur olan Boğatepe köyüne geçtik. Köyde bizi bekleyen Zümran hanım ile tanıştık. Bu geziye çıkmadan birkaç gün önce ben de sosyal medyada görmüştüm Zümran hanımı. Hindistan’dan gelen Vinot Kumar isimli bitki doktorunu köylerinde misafir eden kadınlar, doktor Vinot sayesinde köylerindeki endemik bitki türlerini öğrenmişler. Sonrasında bu bitkiler Türk uzman hekimler tarafından incelenmiş. Hekimler kadınlarımıza bu bitkileri nasıl kurutmaları gerektiklerini ve tıbbi değeri olan kremler, yağlar üretmeyi öğretmiş. Bitki literatürünü iyi kavrayabilmek içinse tam 1 sene boyunca Fransızca eğitim almışlar. Fransızca dışında sağlık kursları, beslenme kursları da almışlar.
Fransızca konuşmasının yanı sıra köyde açılmasına öncü olduğu peynir müzesi ile de duyulan Zümran hanım gelen tüm konuklara kendi hikayelerini, ekonomik bağımsızlıklarını elde etmek için hangi yollardan geçtiklerini anlatıyor. Kıpçak Türklerinden olan Zümran hanım Malakanlar’dan kalma bir gelenek olan süt ve peynir üretimi konusunda detaylı bilgileri müzeyi gezerken aktarıyor. Bu gezi sayesinde öğrendiğim en önemli bilgi; eski kaşarın en fazla 2 yıl olabileceği, 2 yılın üzerindeki kaşarların doğal olmadığını, mutlaka koruyu/katkı maddesi olduğunu bilmiyorduk. Doğal olduğunu düşündüğümüz için köyden eski kaşar aldık. Şehirdeki muadillerine göre kiloda 2 TL farketse de dayanışma için alınması gerektiğini düşünüyorum.
Boğatepe’deki gezimizin sonrasında akşam sımışka, kestane ve haşlanmış patates eşliğinde Kars yöresinin bir geleneği olan aşıklar atışmasına misafir olduk. “Sımışka” Tatarca’da çekirdek anlamına geliyormuş. Ruslar hüküm sürdükleri her yerde bu ismi kullanmışlar ve yaygınlaştırmışlar. Çocukluğumdan hatırladığım, yerken elinizi, dudaklarınızı boyayan siyah çekirdek. Ama bir farkla: Bu çekirdek boyamıyor.
24 Şubat 2018 (4.Gün)
Gezimizin 4. gününde artık yorgunluk kendini göstermeye başlıyor. Zira bu tarz turların en yorucu yanı kısa süreye çok yoğun bir programın sıkıştırılması, diye düşünüyorum.
Neyseki bugün programımız önceki günlere göre daha sakin geçecek. Tüm gün Sarıkamış’ta olacağız.
1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ordusunun Ruslara karşı yürüttüğü mücadele sırasında on binlerce askerin ölümüyle sonuçlanan büyük bir yenilginin yaşandığı bu topraklar Sarıkamış. Kars’a göre daha soğuk bir yer. Kar kalınlığı da daha fazla. İlçenin bir çok yerinde şehitlikler var.
İlçe sınırları içerisindeki Katerina (Av) Köşküne geçiyoruz. Çar 2. Nikola tarafından 1896 yılında Baltık mimarisi tarzında yaptırılmış. Köşk 1994 yılına kadar askeri amaçlı olarak Sarıkamış Tugay Komutanlığı denetiminde kalmış, daha sonra mülkiyet sahibi hazineye devredilmiş. Şu an harabe şeklinde olan köşkün yakın bir zaman içinde otel olacağını öğrendik. Tamamen ahşap kullanılarak yapılan köşkün bir zarar görmemesi için bir an önce koruma altına alınmasında faydar var kanısındayım.
Öğleden sonra Sarıkamış Kayak Merkezi’ne geçiyoruz. Bu güzel mekanda isterseniz kayak takımlarını kiralayarak kayak yapabilirsiniz. Eğer bizim gibi kayak yapmayı bilmiyorsanız etrafı gezip telesiyej ile zirveye çıkabilirsiniz. Kişi başı 10 TL’ye aktarmalı olarak zirveden tüm Sarıkamış’ı, Allahüekber Dağlarını görme fırsatı elde edebilirsiniz. Fakat size önerim kayak merkezine giderken sıkı sıkı giyinmenizdir. Çünkü esen rüzgar içinize kadar işleyebilir. Hem zirvede hem de telesiyejle inerken veya çıkarken üşütme olasılığı oldukça yüksek. Fakat üşeyeceğim diye bu muhteşem manzara ve temiz orman manzarasından eksik kalmayın.
25 Şubat 2018 (5.Gün)
Ve gezimizin son gününde, asıl bu geziye çıkmamıza vesile olan Doğu Ekspresi ile buluşuyoruz. Saat 8’de Kars Tren Garı’ndan hareket eden tren için 25 saatlik yolculuğunuzun keyifli geçmesi için öncesinde bir miktar hazırlık yapmanızda fayda var: Trende 2 kişilik ve 4 kişilik yataklı vagonlar var. Kompartıman denilen bu bölümlerde 2 veya 4 kişilik yatak haline gelebilen koltuklar var. Yatakların çarşafları tren hareket ettikten kısa bir süre sonra gözünüzün önünde takılıyor. Bu sayede hijyenik bir ortamda kalacağınıza kolayca ikna oluyorsunuz. Kompartımanda bir lavabo, bir mini buzdolabı, bir masa var. Her kompartımanda 1 tane priz var. Zaman zaman trendeki görevlilerden “prizlere kahve makinesi, ketılları aynı anda takmayalım, sigorta atıyor” uyarısı alabilirsiniz. Gülmeyin, bu yolculuğa hazırlık o kadar ciddi bir durum ki, örneğin bizim yan kompartımanızdaki Nilgün hanım sayesinde sabah 10 sularında Türk kahvesi içebildik. İşte bu hazırlığı yapabilmek ciddi bir tecrübe ve analiz çalışması gerektiriyor. Yine aynı Nilgün hanım, tek priz olduğunu öğrendiği için 3’lü priz getirmiş, bu sayede paralel bağlantı ile aynı anda birden fazla cihaz çalıştırabildi.
Yolculuğunuzun 25 saat süreceğini düşünerek yanınıza atıştırmalık nevaleler almanızda fayda var. Çerez, bisküvi gibi nevaleler karnınızı doyurmasa da bu uzun yolculuğunuzda sizi oyalar. Kitap, gazete vb okumalık dokümanlarınızı da asla atlamayın. Her ne kadar trende alkol satılmasa da siz yanınızda içeceklerinizi alabilirsiniz. Ki almanızı tavsiye ederim. Kar manzarası eşliğinde yol boyunca içkinizi içerek yolculuk yapmanın verdiği hazzı mutlaka denemelisiniz. Kar manzarası azaldığında Erzincan’dan itibaren uzun bir süre Fırat nehri size eşlik edecek.
Erzurum, Erzincan, Sivas, Kayseri, Kırşehir ve nihayet Kırıkkale. Hızlı tren çalışmaları yüzünden Ankara’ya kadar gidemiyorsunuz. Kırıkkale’den aktarma yapmanız gerekiyor.
Bu muhteşem yolculuk için aldığımız notlar bu kadar. Diğer gezilerimizde de benzer notlar alıp sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz.